9 Ocak 2011 Pazar

Deneme

denemeeeee

20 Aralık 2009 Pazar

2 Aralik'ta ikinci geziye basladik, ilk durak Arnavutluk oldu. Kisa bir süre kaldik Tiran'da. En çok dikkatimi çeken seylerden biri ilginç boyanmis evler oldu.



Neyse, daha sonra Yunanistan'a geçtik, otelde tanistigimiz bir arkadas çok iyiydi, 18 yasindayken 1981 yilinda Yunanistan'a göç etmis, hala gayet güzel Türkçe konusuyordu. Bol bol muhabbet ettik kendisiyle. AKropolis'ten manzara gerçekten güzeldi bu arada. Yemekler gayet güzeldi tabi, greek traditional baklava özellikle unutulmazdi tabi.



Yunanistan'dan sonra ise sırada Almanya vardı, Berlin'i beğendim. Duvar meselesinden sonra şehir tekrar birleşince, çoğu şeyden iki tane olmuş, 2 hayvanat bahçesi, 2 opera binası gibi.
(Berlin Duvarı kalıntıları)

Ordan sonraki durak ise Londra oldu, güneşli güzel bir hava vardı ordayken, nerdeyse hiç yağmur görmedik.
(Buckingham Palace'dan bir enstantane)

Londra'dan sonra ise, Katar'a uçtuk, Doha'ya. Bu ikinci gidişimdi Doha'ya. Yine aynı şekilde inşaatlar devam ediyordu. İnşaat işçileri genellikle Filipinli, Bangladeşli ve Pakistanlı oluyormuş, ücretler ise 250-300 dolar imiş. O kadar zenginliğin içerisinde işçilerin bu kadar düşük ücretle çalışması şaşırtıcı.


(Doha'daki pazar yerinden bir manzara)

Gezinin son durakları ise Abu Dhabi ve Dubai idi Birleşik Arap Emirlikleri'nde. Kaldığımız otelde Barcelona'da kalıyordu ama onların kaldığı tarafa geçmek mümkün değildi ne yazık ki, Iniesta ile muhabbet etmek güzel olabilirdi, ingilizce biliyor idiyse. Abu Dhabi de gezdiğimiz Seyh Zayed camisi gerçekten güzeldi ama sadece sabah ve öğlen ibadete açıkmış, sonra girmek yasakmış. Biraz turistik bir cami yani.




Bir de Birleşik Arap Emirliklerinde özellikle kara çarşaflı bayanların bir kaç metre arkasında yürüyen ve çanta taşıyan küçük yaştaki kızlar dikkat çekiyor, hizmetçileri olarak çalışıyorlarmış, Katar ve Birleşik Arap Emirliklerinde modern bir kölelik var yani.
(Burj-al Arab'ın iç mekanı)
Okul ise Christmas tatili nedeniyle tatil şimdi, bir süre dinlenmek iyi gelecek şimdi ama Fransızca çalışmam da gerekiyor, ayrca fotoğraf makinesine iyice alışmam lazım artık.

30 Kasım 2009 Pazartesi

Dere tepe düz gittim

Yine bir uzun zamandir yazamadim cümlesiyle baslamak zorunda kaliyorum. 3 hafta süren gezi süresince yazmaya pek firsatim olamamisti zaten. Okulun ilk gezisi 19 Ekim-6 Kasim arasindaydi. Bu gezide New York, Washington, Norfolk, Orlando, Ottawa, Montreal, Paris, Bruksel ve Kiev'e gittim. New york gerçekten güzel bir sehir, sadece gezmek için bir daha gitmek isterim, firsat olursa.

Pek belli olmuyor ama arkada Özgürlük Heykeli var.

Washington tipik bir başkent, aslında biraz doğu tarafı farklıymış, suç oranları falan yüksekçeymiş ama fazla gezecek zaman da olmadı. Norfolk da, okyanusu görmek güzeldi, ama fırtına vardı, yüzmek istiyordum aslında ama sadece ayaklarımı sokmakla yetindim mecburen.

(Okyanusa bakarken, sanatsal fotoğraf çekesi geliyor insanın)

Orlanda ise tamamen yapay bir şehir, disneyland falan orada, onun dışında yine bir kaç farklı eğlence parkı da bulunuyor. Roller coastera binmek güzeldi, 3 dakika kadar sürdü ama 2 saat içinde istediğin kadar binebiliyorsun. Orlando'da Cirque de Soleil gösterisi çok güzeldi. Sirk ve tiyatronun karışımı gibi tarif edilebilir. Daha önce defalarca gitmiş birinin tavsiyesine uyup gittim, hakikaten bir 3-5 defa daha seyredilecek bir gösteriydi.

Bindiğimiz roller coaster'ın girişi.



Cape Canevaral'a da gittik bu arada, ama Ares'in atılışını göremedik, hava şartları yüzünden ertelendi.


Sonra Kanada'ya geçtik, Ottawa gerçekten güzel bir şehirdi, en çok eğlendiğim şehir oldu, havanın çok soğuk olmasına rağmen. Kısa bir Montreal gününden sonra ise Paris'e geçtik. Burada ilk defa Jet Lag neymiş onu da öğrenmiş oldum, daha önce bu tarz uzun yolculuklarım olmuştu ama bu sefer ki çok farklıydı. Özellikle bir defa uyuyup kalktıktan sonra, insan hangi zamanda olduğunu anlamakta çok güçlük çekiyormuş. Paris her zamanki gibi güzeldi, bu sefer biraz Fransızca öğrenmenin de yararını gördüm aslında, bir kaç cümle de olsa Fransızca konustuğunuz zaman, Fransızların tepkisi daha farklı oluyor, hiç fransızca konusmadan ingilizce konusursan hiç yardımcı olmuyorlar gibi ama o bir kaç cümleden sonra Türkçe bile konuşabilirler gibi geldi bana.



Brüksel de biralar gerçekten güzeldi, söylendiği kadar varmış, ayrıca mussels in Brussels lafını da ilk defa duymakla birlikte, doğruluğunu da test ettim, mutlaka denemek lazım midyeyi bir de Brüksel usulü.




Ve sonra Kiev, bilim kurgu filminde gibi hissettirdi, insanların nerdeyse tamamı maskeyle dolaşıyordu, domuz gribi vakalarının artması nedeniyle. Fakir ama gururlu bir şehirdi Kiev herşeye rağmen. 18 günlük geziyi böyle kısaca özetledim belki ama sonuçta güzel bir geziydi, boş zaman da bulabilmek güzeldi.




Roma'ya döndükten sonradan bugüne kadar geçen zaman ise, okulun en zor 3 haftasıydı. Ben üniversitede bile bu kadar çok zorlandığımı nadiren hatırlıyorum, sunumlar, makaleler, projeler birbiri ardına idi. Bugün itibarıyla çoğunluğu bitti, tek bir makalemiz kaldı komitece hazırlayacağımız artık. Çarşamba günü ise 2. geziye başlayacağız, Arnavutluk, Yunanistan, Almanya, İspanya, İngiltere, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri var bu sefer programda. Daha az sürecek bu gezi ama gezi programı bu sefer iyice sıkışık, bu sefer daha yorucu olacak gibi gözüküyor.

Daha yazacak çok şey var aslında, bir sürü not birikti, aklıma gelen şeyleri not almaya çalışıyorum bol bol, bir de böyle bir alışkanlık kazandım sanırım burada.

11 Ekim 2009 Pazar

Bulut, Bulut Üstüne

Uzun zamandır yazamadım, çünkü okul gerçekten çok vakit almaya başladı ve sanırım sürekli mental çalışmak çok daha fazla yoruyor insanı, neyse artık iyice alıştık eve, geçenlerde poğaça bile yaptım, fena olmadı sanırım :)



Başlığa gelince, Roma hakkında hemen herkesin aklına değişik şeyler gelebilir, dondurması, bütün yolların oraya çıkması, vatikan ve papası, tarihi, Michelangelo ve Da Vinci gibi pek çok şey. Ama sanırım burada beni en çok etkileyen şey bulutları. Hemen hemen her zaman bulutları görmek mümkün Roma semalarında. Buralardan bu kadar sanatçı ve tasarımcı çıkmasında mutlaka bir etkisi olması lazım diye düşünüyorum. Bir de örnek:


Ayrıca bu bu hafta Cuma günü International Evening vardı. Her ülke kendisine özgü bir şeyler yapmaya çalıştı ve çok eğlenceli bir gece oldu.


Okula çok yakın bir cafe var, Türklerin işlettiği, sağolsunlar yemek konusunda çok yardımcı oldular, menüde meyhane pilavı, barbunya pilaki, cacık, köfteli karışık kızartma, kabak, patlıcan ve lahana dolması ve mücver vardı, biraz da şöbiyet :) Genellikle herkes kebap tarzı şeyler beklerken surpriz oldu tabi herkese. Resimde Maria ve kızı Şerife var. Adının Maria olmasının da ilginç bir öyküsü var, asıl adı Öznur. İtalya'ya gitmelerini sağlayan kişinin adı da Öznur'muş ve senin adını değiştirelim, böyle olmuyor demişler ve 3-4 isim arasından Maria ismi kuradan çıkmış.

Ortadaki Bekir, Maria'nın eşi. 2o küsur sene önce Antalya'dan Roma'ya gelmişler.


Bunlar da, International Evening'den diğer görüntüler:


Unutmadan bir de Brett. Komitemden Amerikalı arkadaşım. Amerikalı bir arkadaşım olacağını pek sanmazdım hakikaten, tam anadolu çocuğu diyeceğin türden bir adam.

International Evening'in sonunda da gitarla güzel şarkılar çaldılar kalanlara.

14 Eylül 2009 Pazartesi

Bir daha dünyaya gelsem tramvay olmak isterdim!

Ara Güler'in bir sözüyle başlamak istedim bu sefer, çünkü sonunda hep istediğim tarzda bir fotoğraf makinasına kavuştum, bir Canon Eos 450D. Roma fotoğraf çekmek ve bu işi öğrenmek için ideal şehirlerden biri bence, İstanbul kadar diyemem belki ama ...




Tabii bakalım fotoğraf çekmek için ne kadar zaman bulabileceğim o da biraz meçhul. Okulda program hep çok yüklü, geçtiğimiz hafta zor geldi açıkçası. Belki konular uzak olduğu için biraz, biraz da sürekli İngilizce konuşmaya alışmak pek kolay değil ama en azında komitemiz fena değil, şimdiye kadar gayet güzel anlaşıyoruz. Bu haftaki konular biraz daha bildiğim konular, konuşma konusunda da yavaş yavaş açılmaya başlıyorum. Bu haftaki konuları bitirdikten sonra ise bir consolidation paper hazırlamamız gerekecek, konu ise "world vision 2025". 3 sayfa civarında bir metin hazırlamamız gerekiyor ortaklaşa, komitenin 10 üyesi olarak. Nasıl bir şey ortaya çıkacak merak ediyorum. Ayrıca bir de Ocak ayına 25 sayfa civarında bir makale hazırlamamız gerekiyor, onunla ilgili de konu seçimini yaptık. Asıl zor iş o olacak. Hafta içi genellikle pek boş zaman olmuyor şimdilik. Bu haftasonu da cumartesi günü danışmanımızın davetlisiydik, evinde güzel bir akşam geçirdik, 11 civarında ayrıldık, neşeli bir akşamdı. Sonrasında ise nasıl olduysa biraz da şurda oturalım deyip, spontane bir muhabbete girdik, bir kanadalı, bir norveçli, bir macar, bir amerikalı ve ben. Günün birinde tekrar İtalya'ya gelsem ve Roma'da şurda bu milletten elemanlarla burada oturduydum desem, pek inanan çıkmaz herhalde.


Eve döndüğümde gece 3'ü buluyordu nerdeyse, pazar günü ise saat 7.20 de uyanıp, Walls Walk'a katıldım. Okulun düzenlediği bir etkinlik bu. Eski Roma'yı korumak için yapılan duvarları takip ederek Roma turu yapıyorsunuz, ve yaklaşık 19 km boyunca yürüyorsunuz. 8.30 da başlayan yürüyüş 17 civarında bitiyor. Değişik bir deneyim oldu, bir daha bu kadar yolu kimse yürütemez sanıyorum.

Ama Roma'yı bir güzel öğreniyorsunuz sonuçta, bir de Walls Walk'u tamamladın diye sertifika vereceklermiş, Latince yazılı olarak.

6 Eylül 2009 Pazar

Una faccia, una razza

Colosseo manzaralı mekan.

Makedonyalı garson İbrahim.
Ristorante Tre Scalini'de yemek.
İspanyol merdivenlerinde bir ressam.
Moda caddesi:) Tam İspanyol merdivenlerinin karşısı.
İspanyol merdivenleri.
İspanyol merdivenleri.
Meçhul asker anıtı, Roma'da genellikle çok ruküş bulunan bir yapı.
Bir kilise düğünü, tesadüfen içeri girdik ve seyrettik biraz. Düğün sırasında bir ara herkes birbirinin elini sıkıp pace diyor, yani barış.
Tarihi yapıların arasında bir protesto vardı, neyi protesto ediyorlardı sorduk ama sebebi pek anlayamadık
Roma İmparatorluğunun tarihini gösteren levhalar.
Collosseo'nun bir tarafı, fotoğrafın ilginç yanı, Collosseo'daki delikler, çok eskiden çeşitli heykeller, figürler varmış o deliklere tutturulan, İtalya'nın ünlü aileleri söküp söküp götürmüş, collosseo'nun yıkılmış gibi görünmesinin sebebi de bu aileler. Hatta bir de laf varmış, "Barberini'lerin yaptığını barbarlar bile yapmadı."


İlk haftamızı bitirdik Roma'da, ev sahibimiz Gino'nun sık sık söylediği deyimi başlık olarak kullanarak başlayayım dedim bu seferki yazıya. Meditterenao filminde de geçtiğini sonradan keşfettim.

Öncelikle okuldan bahsedeyim, Pazartesi günü Fransızca ile sabah 8'de başlayacak gün, ve ilk günün konusu International System of thoughts. Önce komite olarak konu hakkında konusuyorsunuz, sonra konu hakkında bir uzman tüm kursa bir seminer veriyor ve ona sorular sormanız gerekiyor, sorduğunuz sorularda ileride yapılacak değerlendirmelerde önemli rol oynuyor. Ögle yemeği sırasında ise kursa katılanlar arasından rastgele seçilenler ile semineri sunan kişi bir yemek yiyor, herkese mutlaka sıra geliyor. Öğleden sonra ise kendi komitenizle toplanarak konu hakkında herkesin uygun bulduğu bir metin hazırlanamanız bekleniyor. Ayrıca semineri sunan kişi hakkında da bir not vermeniz gerekiyor. Bu hafta tamamen yeni bir deneyim olacak benim için. Komitemizdekiler ise, Amerika'dan katılan ve tek "Marine" olan bir asker, Makedonya'dan katılan güleryüzlü bir asker, Almanya'dan katılan çok deneyimli bir diplomat, Macaristan'dan katılan bir asker, Kanada'dan katılan bir denizci asker, Belçika'dan katılan bir bayan subay, Norveç'ten katılan bir pilot, Bahreyn'den katılan bir asker, İngiltere'den katılan bir asker. Komite danışmanı ise bir Danimarkalı. Asıl zor kısım yarın başlıyor yani.

Eh Roma gecelerinden bahsetmeden geçmek olmaz. Dün saat 4 civarında evden çıkıp önce İspanyol Merdivenlerine gittik, gerçekten çok büyük bir kalabalık vardı, zaten genellikle buluşmak için en çok seçilen yerlerden biriymiş, hemen karşısında ise gucci, dior gibi magazalardan oluşan ve yürümenin imkansız olduğu bir cadde var. Uzunca bir yürüyüşten sonra Piazza Navona'da yemek yemeye karar verdik. Piazza Navona, Circus Maxiumus'a benzeyen yapısıyla ilginç bir yer, geceleri de atmosferi çok güzel. Meydanda biraz dolaştıktan sonra Tre Scalini isimli bir lokantaya oturduk, meğer bir italyan cingözlüğüne kurban gitmek üzereymişiz. Yanında bir de Ristorante Tre Scalini var bu ilk oturduğumuz yerin ve ikisi de yanyana olunca aynı lokanta sandık ama değilmiş, bu ristorante'siz Tre Scalini'de ise sadece donmuş yemekler varmış, diğeri ise eski ve iyi bir İtalyan restoranı. İtalya'da aşçılık lisansınız yoksa sadece donmuş yemekleri satabiliyormuşsunuz. Neyse biraz sinirlendik falan ama diğerine geçtik. Orada Türkçe bilen bir garson olduğunu duymuştuk daha önceden. Diğerine sorduğumuzda gayet rahat bir şekilde, o 5'te ayrıldı filan dediler bize bir de. Neyse İbrahim aslında Makedonyalı imiş ama gayet güzel Türkçe konuşuyordu, zaten akrabalarının çoğu da İstanbul'daymış. Bize önerdiği spaghetti çok güzeldi, sonra bir de levreğe benzeyen bir balık yaptırdık ve çok güzel bir yemek yemiş olduk. Sonrasında İbrahim ve Ümit çok iyi arkadaş oldular tabi, Ümit yıkadı da bulaşıkları :) Bir de bu Piazza Navona ve diğer meydanlarda ilginç bir gelenek ya da kural varmış, isteyen gelip şarkı söyleyebiliyor, değişik performanslar gerçekleştirebiliyor (parmak dansçısı ve irticalen ve tabi seyircilerle de bol bol uğraşan komedyen gibi ) ama 1 saati aşmaması gerekiyor bu yapılan gösterilerin. Bu güzel yemeği yerken, Mirelle Mathieu'dan şarkılar söyleyen ve sesi de gayet iyi olan şarkıcının orda olması da bizim için büyük bir şanstı, böyle bir şey ayarlayayım diye uğraşsan olmaz herhalde bu kadarı.

Yemeğimizi yedikten sonra bir de dondurma yedik tabi, daha önce yazmamışım ama Roma'daki iki eski dondurmacının dondurmaları gerçekten perfetto. Tadını unutmak zor olacak.

Dondurmamızı yedikten sonra, Campo de fiori'ye gittik bu sefer de. Bu yer ise, gündüzleri pazar, geceleri ise daha çok gençlerin toplandığı bir yer, kızlar ve erkekler gayet rahat bir şekilde tanışıp eğlenmeye başlıyorlar, her zaman ki gibi içip içip sapıtan da çoktu ama eğlenceli ve güzeldi etrafı seyretmek. Gecenin sonunda ise bir yer kesfettik tesadüfen, bu bangır bangır müzik nerden geliyor diye bakınırken Colosseum manzaralı bir yer bulduk. Saçma bir elektronik müzik çalmalarına rağmen, o güzel manzaranın hatırına bir süre de orada oturduk.


Neyse şimdilik bu kadar, bir italyan halk şarkısı ile bitirelim :)

http://www.youtube.com/watch?v=8ju8iahpuGw&feature=related

1 Eylül 2009 Salı






Bu hafta kursa başladık artık. Dün ingilizce sınavımız vardı, hem test şeklinde listening ve grammar ağırlıklı , hem de conversation şeklinde sorular sorulan bir sınav olduk. Ayrıca fransızcamız olup olmadığını da kontrol ettiler, test kısmında boş kağıt vermemize rağmen yine de conversation kısmına da katıldık, nerdeyse zorla fransızca da konuşturmaya çalıştılar ama başarılı olmadı pek tabii sadece bon jour, merci gibi şeyler bildiğim için. Bugün ise daha çok kursla ilgili konuların olduğu sunumları dinledik. Bu hafta genellikle öğleden sonra 2 civarı bitiyor, yarın da 10 veya 11 kişiden oluşan komitemiz belli olacak. Beraber makaleler hazırlamamız gerekecek bu komiteyle, ama anılarımı anlatırken bir ingiliz, bir fransız, bir amerikalı diye başlayacağım artık. Çünkü komitelerde aynı milletten sadece bir kişi olacak. Şimdiye kadar herhangi bir problem çıkmadı ama kurs da aslında önümüzdeki pazartesi başlayacak, ders programı da yüklü ve genellikle uluslarası ilişkiler ağırlıklı olacak.

Neyse ev sahibimiz Gino bugün yine ilginç bir yere götürdü bizi. Castel Gandolfo Roma'nın biraz dışında, ve yaklaşık 500 m yüksekliğinde bir tepe. Hemen yanında bir de göl var. Ama asıl önemli olan Papa'nın yazlık mekanı olması. Gerçekten güzel bir yerdi. Bir de Mauro'nun pizzalarından yedik, o da çok tatlı bir İtalyandı, hatta bizi çok sevip hediye bile verdi bize. İtalyanlar genellikle sıcakkanlı insanlar ve konuşmak, daha doğrusu konuşmaya çalışmak bile eğlenceli olabiliyor. Pazar günü de bir ara Roma'nın sosyete pazarına gittik bu arada ve bir kaç tişört filan aldık, zira buradaki nem oranı yüzünden 2-3 saat dışarda durduğunda eve sırılsıklam dönüyorsun, iklim neredeyse Antalya'yla aynı. Zaten Ağustos ayında tüm İtalyanlar tatile çıkıyormuş, zorunlu tatil gibi bir şey.